30 Haziran 2005

özel sayi

harş
kılıcın koltuk altını keserken çıkardığı ses
zırhın en zayıf noktası
hareket kabiliyetim artsın derken
kolsuz.

games with two dice:

xanthippe
the player who throws the least number of times and gets a 7 is the winner.

death jump
each of the player meets with similar fate, except for the survivor, who is the winner.

heaven and hell
the player who has the highest total at the end of all rounds is the winner.

eleven up
whoever throws less than 11 pays the difference between his number and 11.

making and erasing dots
whoever did not make or erase any dots at all can neither win nor lose.

29 Haziran 2005

yirmi yedinci bölüm: gönül borcu

huxley ses sese karşı 453 sağ
çünkü bunun lafını etmek, yorumlamak olurdu, yorumlamaksa,
bu durumun kolayca bozulabilecek güzelliğini birazcık yıkan bir kesinlik havası yaratabilirdi.
oysa belirsizliğindeydi durumun güzelliği;
o el sürülmemiş, tertemiz belirsizliğindeydi.
yeryüzünde pek az 'kişi'
bu durumun belirsizliğini böyle sürdürmeye katlanabilir
ya da bu işi başarabilirdi.

oysa eski

shakespeare 152. sone karşı görüş: elinden tutar.

28 Haziran 2005

gün mü, ne ki?

sadece saatler var.

- sevgili prens vyazemski soğuk ve donuk bakışlarının içinde minik bir ışık yakıp söylüyor sözümü: hem yaşamakta acele ettim, hem duyumsamakta ivedi.
beş basamaklı yosun tutmuş merdivenlere uzandı onyegin
kürk yakasına gömdü beyaz ve pembe yüzünü
- gözyaşım yok
diye fısıldadı
- o ise kollarını açtı zalim eşine
küçük kurşunlar..altın
döküldüler avucundan yuvarlandılar ayak ucuna
- onyegin ayağa kalk
- uyumam gerek
- onyegin yaklaşıyor atlılar
- son söz bu söylediğim sevgili prensim nakşedin aklınıza
koşmuş keskin soluk veren huzursuz kısraklar dolanıyor kış bahçesinin etrafında
- yitince yaşamım
- sus onyegin
- yitmek üzere bu kendine adanmış sefil yaşamım ve hatırımda tek bir saat var bir ömür altmış dakika. bilmeli prensim söylemelisiniz ona.
- onyegin
kısa bir hırıltı ve minik bir öksürükle uçup gitti..
atlılar kuru otları ateşe vermişti, onyeginin yüzünde dansediyordu kırmızılar, göğsüne düşmüş başını kaldırdım geriye ilk basamağa yasladım,
neydi sevmenin nedeni?
kollarım yüzüme siper, koşup kırıp geçtim alevli kapıyı..

27 Haziran 2005

a a a a sıra sinir a a a a

why don't you just leave
just
basit bir hareket aslında
You pick the place and
I'll choose the time
kahve fincanının kenarında
üç kare kutu belirince
önce sağdan sola ve yukarıdan aşağıya
çalıntı melodilerin içinde n az hatırlananı
biliyorum evet şapka yakışabilir kulaklarına
kalabalık söylemeye başlarsa sormaya kim kim
kim bu ellerini çırpan asit yanığı
bak onlarda devam ediyor duygusal manzaraları yakalamaya
herşey böyle eksik tatlı yemekler gibi olunca
gözünün kenarından ışık sızıyor
uyuyorsun uyanıyorsun sessiz
geçiyor
kaç dakika kaldı saatine baktın mı? kolunda mı?
saçım var mı eklem yerlerinde hala?
bu duygusal manzara yeterince etkileyici mi yakalamak için?
hazır mı parmakların..
bastın mı kayıt düğmesine?
süzdün mü maviyi ve kırmızıyı
oda sıcaklığına ulaştı mı su içtin mi?
zamanı seçtim,
yeri ayarladın mı?

26 Haziran 2005

m d

az önce yeşil adamı görüp sokağıma geçerken tam karşımda bir motosiklet iki kez gaz verdi "gösteriş" tam bu sırada kurduğu cümlenin aynısını kuruyordu aklım bu kaçınılmayan tesadüf neden tek olmayı tercih ettiğimi bilmiyorsunuz diyerek koşturuyordu ardımdan ve elinde 6lı dış kapıda takılan anahtarı çıkartmaya çalışırken çünkü asla yeterince oran olamadım torbayı yatağın üzerinde boca edip mutfaktan açacağı getirince tek istediğim neden karanlıksa perdeleri mi açmalı yoksa güneş gözlüklerini mi çıkarmalı ele geçirmekti kontrolü 500e ulaşmış tamamlanan paket oysa şu sayılı gün sürecek yalnızlığımda tartmayı hayal ettiklerimden hiç birini tartamayacağımı biliyorum

20 Haziran 2005

bir buket sinir

gerçek
değilmişim sanki..


saydam
geçirgen
uçucu


martaval

16 Haziran 2005

b.b.m.

"açelyalar hep hatırlatır seni bana"

tam onyedi yıl sonra yeniden
şarkı

o zaman kaybetmekten korkarken
bugün yokluğuna..

kemik

merdivenler var sarmal ikili dörtlü altılı,
kromozomlar gibi dizilmişler; çok, çok yukarıya..
elimde bir küçük gümüş ibrik,
soğuk, hissediyorum,
su damlıyor taş zemine, ritmi bozuk..
şimşekler çakıyor uzak gökyüzünde, fırtına ortası haşmetli davulcu,
tam
ta
tam diye yavaş ve korkunç vuruyor kaburga kemiklerime..
bir sayı dizisi geliyor dilimin ucuna
söylesem tesbih dağılacakmış gibi, tutuyorum ağzımın içinde..

korkuluk parmak ucunda zıplayarak uzaklaşırken yanımızdan şöyle diyor:
ben başka bir rüyadan gelmiştim, şimdi geri dönmeliyim..
zıplayarak giderken bir gelincik koparıyor, siyaz beyaz hayalimde tek renk,
merdivenli kulenin dibinde elimde ibrik, son damlalarım yankılanıyor pıt pıt..

15 Haziran 2005

vah

ama değil!

hav

"Be The Best.
No Negativity,
No Weakness,
No Acquiescence To Fear Or Disaster,
No Errors Of Ignorance,
No Evasion From Reality."
tik tak tik tak tik tak tik tak
J.B

14 Haziran 2005

soruyu sormayi becerince cevabi bulmak da kolaylasiyor

bu gece martıların sesi neden bu kadar net duyuluyor?
yarın, o iki kişilik diyaloğu, neden yarattın?
eve seni kim bırakacak; şarkıya uygun, düştüğünde kim tutacak?
ve neden saçımda doğuştan bir kırmızı bir siyah bir de beyaz tutam var?
peki iyi vakit geçirdiğimde suçlu hissetmemin sebebi yanımda olmaman mı?
apaçık konuştuğumuz halde yanlış anlaşmamızın sebebi ne peki,
ölü beyin hücrelerimiz mi yoksa plastik kaygılarımız mı?
ne demekse, bilirsin..
ve inanca dair bir nutuk dinlemeye ihtiyacım var;
bi hayalet köpek havlayarak anlatabilir, korkarım ama kaçmam,
dinlemiyomuş gibi yapabilirim,
ama herkes gitse de you're a sad eye lie, you're a holocaust.

12 Haziran 2005

o ooo

yine mi yeni saat ve değişen tek şey peş peşe eklenmiş dakikalar..
üzerleri ses iz im yüklü kabataslak..

saat basi

yazmaya niyetliydik bölündük ya yeterince parçalı ki bugün bulutlu değilmişiz gibi ısrar devam ediyor dört bir koldan
ben yazmaya ısrar ediyorum
iş bitmemeye ısrar ediyor
yanımdaki zat uyumaya devam ediyor
o cin gibi bakmaya devam ediyor
öteki gözünü çıkartmak ister gibi ekrana yakın bakmaya devam ediyor
hala gecenin bu saati olmuş aptal telefonum çalmaya
ve sinirli olduğum halde çok sakin durmaya..

dün gece yarısına beş kala eve gelen misafirlerden genç ve daha makul deli olanı biz aramızda kopuk diyoruz doğuştan;
önceki gece hap çakmış üstüne de bi şişe viski içmiş bi adamdan iki tokat bir de tekme yediğini anlattı bu saatlerde bi sürü geyik muhabbetinin ardından sakin
ve ekledi bu benim kaçıncı travmam oldu acaba?
saydık utanmadan 1 2 3 4 5 6 7 yuh!

karşısına oturup ne söylenebilirdik ki?
hadi yatalım uyuyalım..

sonradan baslik: 70

saatlerce yazmak istiyorum aklımdan içimden geçen şeyleri her şeyleri..
kelimeler uçuşup dursunlar manalı manasız.
kimse kalk demesin oturduğum yerden kimse gel ya da git demesin kimse bozmasın eylemimi ilişmesin.
o kadar çok yazayım ki boynum sırtım belim tutulsun ayaklarım uyuşşsun parmaklarıma kramplar girsin ama hiç telefon çalmasın ve hiç kapı ve hiç sabah olmasın belki ve hiç konuş demesin kimse bana
demeye kalmadan çaldı işte telefon daha bir dakika mı oldu başlayalı?

çaresiz kalk yürü git!

8 Haziran 2005

bir konusma

başlatmak niyeti ile oturdum karşısına
bekledim biraz
kültablası, kırmızı boncuklar ve kurumuş yaprak kalıntıları ile oynadım
o okumaya devam etti
kalkıp mutfağa yürüdüm
yabancı bir evde ne yapacağını bilemeyen küçük çocuklar gibi bir bardak su doldurdum camın önünde köşeden görünen boğaza bakarak içtim
sen
kutuyu masaya koydun prospektüsü de üzerine
bin tane yan etkisi var bunun
dedin
keşke ölsem
dedin
her zamanki gibi abartarak
suyu saksıya boşaltıp bardağı pervaza bıraktım
üç adım atıp yanına oturdum
elini avucumun içine onu da kucağıma koydum
öleceksin dedim i'yi ve n'yi uzatarak
merak etme
öleceksin.

5 Haziran 2005

n i m b u s d d i

kanat çırpışları eski bir kitabın sayfaları,
dökülüyor dönerek kayarak havada engellere takılmış..

küçük çiviler mıhlayıp insan yüzleri tasarladığım gibi birleşiyor sayılar harfler formüller;
koşup oynayan, zıplayan doğrulan, yalan canlı, büyük gözlü yaratıklar parmağımın ucundan çıkma..
çıkma?
çamur yoğuran, renk parmaklayan, kuş tüyleriyle, yaylar, serifler eyleyen eller mi bunlar?
tek bir çekiç darbesi yanlış vuramazken;
şimdi yaptım bozdum, yaptım geri aldım, yaptım sildim yaptım, daha bi defa daha yeniden yaptım: oldu.

aynısını kaç kişi daha.. kusursuz
kaç kişi daha kopyalayıp yapıştırmayı bilen..
kaç?

oysa mahir ellerimiz;
bakınca değişken,
bakınca başkasının ki gibi,
bakınca iç içe geçip bir sonsuz sekizine benzeyen,
ardında hem bir kafes gölgesi hem de bir yarın..
tutun,
uçup gitmesinler.

4 Haziran 2005

y i k a

karanlık
gölge
ışık





ben böyle birşey görmedim

3 Haziran 2005

is someone getting the best..

itiraf aptallık zincir doğum direnç suistimal ilmik güç zafiyet kazanmak kaybetmek ölüm yaşam seçim yemin red inanç gerçek acı güven hayat sevgi tedavi umut başlangıç
kalp kırığı aptallık itiraf yorgunluk

hepsi bi şarkıda
şarkı bin defa kulağımda bin defa dilimde:
foo fighters - the best of you